Kısırlık – İnfertilite Nedir ? Kısırlığın Nedenleri Nelerdir ?
Kısırlık (infertilite) istenilmesine rağmen çocuk sahibi olamama durumuna verilen isimdir. Günümüzde kısırlık hemen her toplumda önemli bir problem olarak kabul edilmektedir. Bir tanı olarak kısırlık, en az bir yıl boyunca herhangi bir korunma yöntemi kullanılmaksızın, ortalama olarak haftada 2-3 kez gerçekleştirilen cinsel birleşmeye rağmen gebelik sağlanamaması olarak nitelendirilmektedir. Dünya genelinde, kişilerde kısırlığın görülme sıklığı toplum ve bölgeler arasında büyük farklılıklar göstermemektedir. Çiftlerin yaklaşık olarak %15’i infertiliteye bağlı olarak, yardım alarak çeşitli üreme destek ve tekniklerine başvurmaktadırlar. Bu kişilerin büyük bir oranında gebe kalamamanın sebeplerini açıklayacak unsurlar tespit edilebilirken, yaklaşık %10 ila %12’sinde herhangi bir patolojik bulguya rastlanılamamaktadır. Bu çiftlere açıklanamayan infertilite teşhisi konulmaktadır.
İnfertilitenin, yani kısırlığın sebeplerini anlayabilmek ve buna yönelik olarak tedavisini planlayabilmek için öncelikle kadın ve erkekteki üreme döngüsü ile gebeliğin meydana geliş mekanizmasının iyi bir şekilde anlaşılması gerekmektedir.
“Ne zaman çocuk sahibi olmayı düşünüyorsunuz – planlıyorsunuz?” sorusu birçok yeni evli çiftin muhattap olduğu soruların başında yer almaktadır. Bununla beraber bu soru aslında yeni evlenen çiftlerin kendi kendilerine de sordukları soruların başında yer almaktadır. Bilhassa kadının profesyonel iş hayatında yer almadığı, geleneksel aile yapısına sahip çiftler arasında balayı döneminde gebe kalma isteği azımsanamayacak kadar fazladır. Yaşadığımız toplum ve benzeri toplumda çocuk sahibi olmak ayrıcalık ve prestij sahibi olmakla paralel bir durumdadır bu nedenden dolayı infertilite hayati öneme sahip bir rahatsızlık olarak nitelendirilmektedir. Bununla beraber çalışma hayatının beraberinde getirdiği güçlükler ve zorluklar içerisinde evlenmeye zaman bulamamış ve yaşı ilerlediği için bir an önce evlenerek çocuk sahibi olmak isteyen bireyler de kayda değer bir rakamı oluşturmaktadır. Herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan, tamamen normal ve sağlıklı bir çift ele alındığında, kadının tek bir adet dönemi içerisinde, her gün cinsel ilişki yaşansa dahi gebe kalma olasılığı %25 oranındadır. Çiftin fertilite potansiyelini ortaya koyan bu durum “fekundite” olarak nitelendirilmektedir. İnsan, organizma olarak üreme potansiyeli çok yüksek düzeylerde olan bir canlı türü değildir. Bu durum bir çok sebebe dayanmaktadır. Cinsel birleşme sonrasında bazı yumurtalar döllenme işlemini gerçekleştiremezler, bazı yumurtalar ise döllense dahi embriyo sürecinde gelişim gösteremezler. Bu bağlamda gebelik bir anlamda şans işi olarak dahi nitelendirilebilir. Çiftlerden hangisinin gebe kalabileceği, hangisinin kalmayacağı önceden tahmin edilebilir bir durum değildir. Tek bir ilişki sonrasında %25 olan hamilelik ihtimali, bir yılın sonunda %85’e kadar çıkabilmektedir. Bu bir yıl sonunda her 100 çiftten 85’inin gebelik durumunda olacağı anlamına gelmektedir. Geriye kalan 15 çift ise infertilite yani kısırlık ile karşı karşıyadır. Bir yılın sonunda çiftlerden birine interfil demek tam olarak yerinde değildir. Bu tanı için 2 yıl beklemek yerinde olacaktır. Birinci yılın sonunda %85 oranında olan gebelik ihtimali ikinci yılın sonunda %92’ye kadar çıkabilmektedir.
Kadının tek bir adet döneminde (siklus) gebe kalma olasılığı birden fazla faktöre bağlıdır. Bu faktörler;
Kadının yaşı: Vücuttaki biyolojik saat ve yaşlanma süreci ilerledikçe kadının gebe kalma ihtimali azalmaktadır. Bu durum ilerleyen yaş ile beraber yumurtalıklarda bulunan yumurta miktarının ve kalitesinin azalması ile ilgilidir. 20’li yaşlardaki bir kadın ile 30’lu yaşlardaki bir kadının gebe kalma olasılıkları arasında kayda değer bir fark vardır.
Cinsel İlişki Sıklığı: Bu duruma yönelik olarak normal veya anormal olarak sınıflandırmak doğru bir yaklaşım değildir. Burada önemli olan ilişki sayısındaki rakam değil, ilişkinin yeterliliğidir. Bu bağlamda kabul edilebilir ilişki sayısı haftada 3 olarak belirlenebilir
Zamanlama: Cinsel ilişkinin sıklığı ile beraber ilişkinin zamanlaması da önemli bir faktör olarak ele alınmalıdır. Kadında yumurtlamanın olduğu periyotta gerçekleştirilecek olan ilişki, gebeliğin olasılığını arttıran bir diğer faktördür.
Süre: Çiftin ne süredir çocuk sahibi olma isteği de ele alınması gereken bir diğer önemli unsurdur. Gebe kalmak isteyen çiftlerde, gebe kalmak için geçen zaman uzadıkça, tıbbi bir destek almadan başarılı bir şekilde gebelik sağlanması olasılığı da doğru orantılı olarak azalmaktadır.
Patoloji: Kişide kısırlığa (infertilite) neden olabilen herhangi bir patolojinin bulunması da gebelik olasılığını azaltmaktadır. Daha önceden geçirilmiş çeşitli ameliyatlar ve endometriozis bu durum için örnek teşkil edebilir.
Eğer çiftlerden birinde veya her ikisinde fertilite problemi mevcutsa bu durum gebeliği nasıl etkiler?
Gebe kalma bir çok faktörün etkisi altında olan bir süreçtir. Örnek olarak erkekteki sperm sayısı normalde olması gerektiğinden yarısı kadarsa normal bir durumdaki kadında gebelik ihtimali yarı yarıya azalmaktadır. Bununla beraber gebeliğe etki eden her faktörde durum bu şekilde değildir. Örneğin kadında bulunan her iki tüpün de tıkalı olduğu durumlarda kadının gebe kalma ihtimali nerdeyse sıfıra yakındır. Benzer biçimde erkekte testislerdeki sperm üretiminin olmaması veya spermleri testisten dışarıya taşımakla görevli kanalların fonksiyonlarını yerine getiremediği durumlarda da çocuk sahibi olma ihtimali son derece düşüktür. Bu bağlamda çocuk sahibi olma amacıyla doktora başvuran çiftlerde gerek kadının ve gerekse de erkeğin durumları detaylı bir şekilde ele alınarak incelenmelidir. Şayet çiftin her ikisinde de bir problem mevcutsa gebelik olasılığı bunların toplamı oranında değil çarpımı ölçüsünde azalmaktadır. Eğer insan ömrünü 300-400 yıla çıkarmak ve bu süre zarfında kadından yumurta ve erkekten de sperm üretimini sağlamak mümkün olsaydı, sebebi açıklanamayan kısırlık vakalarının neredeyse tamamı yakınına bir çözüm bulunabilir ve gebelik sağlanabilirdir. Bu durum bizlere, infertilitede zamanın kavramının ehemmiyetini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tüm kısırlık vakalarında gebelik olasılığını arttırmak temel amaçtır ve bu durum ancak tıbbi bir müdahale ve tedavi ile sağlanabilmektedir.
Ne zaman endişelenmeli ve ne zaman bir hekime müracaat edilmeli ?
Şayet bir seneden uzun bir süredir ovülasyona denk gelen günler içerisinde 2-3 günde bir düzenli cinsel ilişkide bulunuluyorsa ve gebeliğe yönelik herhangi bir yöntem uygulanmamasına rağmen gebelik durumu gerçekleşmiyorsa kişi interfil sınıfına giriyor demektir. Bu durum asla normal yollardan gebe kalınmayacağı anlamına gelmemekle beraber istatistiksel anlamda gebe kalma olasılığının azaldığı anlamındadır. Bu durumda tıbbi bir yardıma ihtiyaç bulunmaktadır. Bu durum açısından belirlenmiş kesin bir zaman yoktur. Bebek sahibi olmamak çiftleri endişelendirmeye başladığında bir jinekoloğa gitmek yerinde bir davranış olacaktır. Günümüzde birçok çift interfiliteyi çekinecek ve hatta utanılacak bir durum olarak görmekte ve kendilerini yalnız hissetmektedirler. Ancak bu durum sanıldığının aksine kötü değildir. Dünya genelinde pek çok çift benzer sorunu yaşamaktadır ve bunların büyük çoğunluğu uygulanan basit tedavilerle gebe kalabilmektedir. Bu noktada çiftleri kısıtlayan unsur interfilitenin her zaman önemli bir problem olmasına rağmen, acil bir durum olarak ele alınmamasıdır. Genellikle çiftler bir hekime başvurmayı çeşitli bahanelerin arkasına saklayarak ertelemektedirler ancak hayatta zaman haricinde herşeyin telafisi mümkündür.
Bazı durumlarda ise doktora başvurmadan önce 1 sene beklemek gereksiz bir durumdur, bu durumlar;
Çok sık veya seyrek zaman aralıkları ile adet görmek,
Geçirilmiş pelvik enfeksiyon öyküsü,
Geçmişte 2’den fazla düşük yapılması,
Kadının yaşının ileri olması,
Erkekte testislerin normal sınırlarından küçük olması,
Erkekte prostat enfeksiyonu öyküsü bulunmasıdır.
Yukarıda bahsi geçen durumlardan herhangi biri varsa vakit kaybetmeden uzman bir hekimden profesyonel yardım veya öneri almak ve buna yönelik bir girişimde bulunmak çiftler açısından mantıklı ve akıllıca girişim olacaktır.
Doktora başvurmadan önce bazı basit önlemler vasıtasıyla çiftlerin üreme potansiyellerini arttırabilecekleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Alınacak bu önlemlerin en başında vücut ağırlığı ile diyet ve egzersiz arasında dengenin başarılı bir şekilde alınması yer almaktadır. Uygun bir diyet, egzersiz ve kilo kontrolü kişideki optimal üreme fonksiyonu açısında son derece önemli bir husustur. Düşük bir kiloya sahip ya da aşırı kilolu kadınların gebe kalmada çeşitli güçlükler yaşaması muhtemeldir. Kadınlık hormonu olan östrojenin büyük bir kısmı kadın yumurtalıklarında üretilmektedir. Ancak vücutta bulunan yağ dokusu östrojen açısından azımsanamayacak bir kaynak olarak bilinmektedir. Döllenme olayı oldukça karmaşık ve hassas dengelerin bulunduğu kompleks yapıdaki bir olaydır. Bu olayın başarılı bir şekilde sonuçlanabilmesi açısından kişilerde stabil bir hormonal düzenin bulunması gerekmektedir. Bu nedenden dolayı vücuttaki düşük ya da fazla miktardaki kiloların infertiliteye neden olması beklenen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan vücudunda normal değerlerin %10 ile %15’in altında ya da üzerinde olan ağırlık üreme sistemini tamamen etkileyebilmektedir. Bu duruma, beslenme bozukluğu bulunan aşırı zayıf kadınlardaki adet kanamalarının düzensiz oluşu örnek olarak gösterilebilir. Düzensiz bir şekilde meydana gelen bu kanamalar, genellikle anovülasyon olarak nitelendirilen yumurtlamanın olmaması durumu ile beraber seyretmektedir. Maraton koşucuları, yüzücüler vb. ağır sporlar ile profesyonel olarak uğraşan kadınların birçoğunda adet düzensizlikleri ve dolayısıyla infertilite problemi mevcuttur.
Fertilite üzerinde etkili olan bir diğer faktörde sigara ve alkol kullanımıdır. Sigara kullanımı erkeklerde sperm sayısını azaltmakta ve kadınlarda ise yumurta kalitesini bozmaktadır. Benzer bir biçimde alkol kullanımın da erkeklerdeki sperm sayısı üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir.
Çeşitli hastalıkların tedavisine yönelik olarak kullanılan ilaçlar da fertiliteyi etkileyebilen faktörler arasında yer almaktadır. Özellikle tansiyon ve ülser ilaçlarının erkeklerde sperm sayısı üzerinde etkili olduğu tespit edilmiştir. Kişide kafein alımının azaltılmasının da konsepsiyon şansını arttırdığı bilinmektedir.
Çiftlerin cinsel ilişki sıklığı da üreme yeteneğini doğrudan etkileyen faktörlerin başında yer almaktadır. Cinsel ilişki sıklığı ne kadar fazla olursa, gebelik şansı da o oranda artmaktadır. Burada ifade edilen hergün girilen ilişki olarak algılanmamalıdır. Hergün gerçekleştirilen cinsel ilişki sperm sayısını ve kalitesini azaltmaktadır. İdeal olan ovülasyona yakın olan günlerde cinsel ilişkiye girmektir. Günümüzde gerek kadınların ve gerekse de erkeklerin aktif çalışma hayatı içerisinde bulunması, çeşitli mesleki stres ve kaygı unsurları neticesinde cinsel güdü ve dürtülerde azalma yaşanması birçok çiftin ortak yakınması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenden ötürü gerçekleşen cinsel ilişkiler genellikle haftasonları olmaktadır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak çiftlerde gebelik sağlanmasının gecikmesi ve büyük bir olasılıkla çiftlerin interfilite sorunu nedeniyle hekime başvurması kaçınılmaz olacaktır. Kedilerde de bulunan bu özellik bir çok espriye dahi konu olmaktadır.
Cinsel ilişkinin sıklığı ile beraber, zamanlaması da oldukça önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan haricindeki hemen hemen tüm canlılar yumurtlama dönemlerini bilmektedirler. Östrus ya da bir diğer adıyla kızgınlık dönemi olarak nitelendirilen bu dönemde canlıların cinsel dürtü ve istekleri artar ve bunun doğal bir sonucu olarak çiftleşirler. Ancak insanlarda bu durum farklıdır. Kadında belirgin bir kızgınlık dönemi bulunmamaktadır ve birçok kadın yumurtalama dönemlerini fark edemezler. Günümüzde çeşitli yöntemler sonucunda kadının adet düzeni belirlenerek, ovülasyon dönemi tespit edilebilmektedir. Fertil dönem olarak adlandırılan gebe kalma olasılığının daha yüksek olduğu dönemlerde çiftlere gün aşırı ilişki tavsiye edilmektedir.
Cinsel ilişki ile fertilite arasında bulunan bağlar ile ilgili olarak altı çizilmesi gereken son husus da ilişkinin uygun bir şekilde gerçekleştirilmesidir. Tabiatta çok çeşitli ve değişik hayvan türleri bulunmaktadır ve bu canlıların her biri soylarının devamı açısından farklı mekanizmalara sahiptirler. Örneğin domuzlar sperm açısından son derece cimri canlılardır. Erkek domuzların penisleri spiral biçimindedir ve bu sayede dişinin vajinasına adete vidalanarak çiftleşmelerini gerçekleştirirler. Bu sayede çiftleşme esnasında tek bir sperm bile heba olmaz. İnsanlarda bu tarzdaki mekanizmalar bulunmamaktadır. Gerçekte de bu tip tekniklere ihtiyaç yoktur. Cinsel ilişki sonrasında semenin vajinanın dışına kaçması son derece normal bir durumdur. Bir çok kadın bu durumu gebelik açısından olumsuz bir unsur olarak yorumlamaktadır ancak gerçek bu şekilde değildir. İlişki sonrasında semenin dışarı gelmesi birleşmenin uygun bir biçimde yapıldığını gösteren bir faktördür. Çocuk sahibi olmayı arzu eden çiftlerde, genel olarak erkeğin üstte olduğu birleşme pozisyonları önerilmektedir. İlişkiden sonra, kadının minimum 5 dakika kadar sırt üstü uzanması ve vajinal duştan kaçınması tavsiye edilen hususlar arasındadır. İlişki esnasında kayganlığın sağlanması amacı ile kullanılan yapay maddeler spermler üzerinde ölümcül etkilerde bulunabileceğinden önerilmemektedir. Eğer çok fazla ihtiyaç duyuluyor ise petrol bazlı kayganlaştırıcılar yerine sıvı parafin kullanımı tercih edilmelidir.
İnfertilte yani kısırlığın geçmişe kıyasla daha sık oranlarda görülmesinin sebeplerinden bir diğeri de günümüzde kadınların çalışma hayatı içerisinde daha yoğun bir şekilde fazla bulunmalarıdır. Çoğu kadın çocuk sahibi olmak için işlerinde yükselmeyi beklemektedir, bu durum sonucunda da nedenle de kadının yaşı ilerlemektedir. Ayrıca büyük holdingler de dahil olmak üzere birçok işveren işe alacakları bayan personele belirli bir süre için gebe kalmama kısıtlamasını zaruru kılmaktadır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da zaman içerisinde kadının üreme potansiyeli azalmakta ve dolayısı ile infertilite vakaları ile daha sık karşılaşılmaktadır. Aslına bakılırsa bebek sahibi olmak için en uygun zaman diye birşey sözkonusu değildir. Kadının üreme potansiyeli 20-30 yaş arasında zirvededir. 30 yaştan sonra azalan bu potansiyel 35 yaşından sonra keskin ve hızlı bir düşüş gösterir. Bebek sahibi olmak için en uygun zaman oldukça kişisel bir karardır. Ancak çeşitli nedenler ile çocuk sahibi olmayı geciktiren ya da geciktirmeyi düşünen şiftlerin karşısında başka bir problem daha vardır: Sosyal baskılar. Hemen her toplumda özellikle aile büyükleri biran önce torun sahibi olmak için baskı kurma eğilimindedirler. Medyada yer alan ve çiftlerin biran önce bebek sahibi olmasını öneren yazılar da benzer şekilde baskı unsurudur. Tüm bu faktörlerin etkisi ile yeni evli ya da uzun süre etkili yöntemlerle korunmuş çiftler daha infertilite sınıfına girmedikleri halde sırf kadın 30 yaşına geldi diye doktor, doktor dolaşabilmektedirler.
Üreme potansiyeli azalıyor mu?
Bu soru hem konu ile ilgili olan hekimlerin hem de olayla doğrudan bağlantısı olan çiftlerin cevabını aradığı sorulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Sorunun cevabı kesin olmamakla beraber, muhtemelen bu önerme doğrudur. Kadınların evlenme yaşlarının artması, cinsel özgürlük ile birlikte cinsel yolla bulaşan hastalık oranlarındaki yükselme, nedeni bilinmemekle birlikte erkekte sperm sayısındaki global azalma bu durumun nedeni olabilir. Sperm sayılarındaki azalma ilginç bir global gözlemdir. Gerçekten de son 15-20 yılda tüm dünyada yaygın olarak sperm sayılarında bir azalma eğilimi dikkati çekilmektedir. Bu durumun çevresel kirlenmeden mi yoksa modern yaşamın yüklediği stresten mi kaynaklandığı belli değildir. Sevindirici olan ise üreme potansiyeli üzerindeki bunca olumsuzluğa karşın, yardımla üreme tekniklerindeki gelişmeler ve buna bağlı olarak artan başarı oranlarıdır. Yine modern insanın infertiliteyi tabu olmaktan çıkarması ve tedavi alternatiflerini bilinçli bir şekilde değerlendirmesi de kayda değer bir ilerlemedir